Sürdürülebilir Kalkınmanın Maratonla Ne İlgisi Var?

11 June 2019

Bu yıl, TED X Reset’in ana teması “+1” olmaya UNDP olarak bizim de bir katkımız olması için, heyecanla, 27 Nisan 2019 günü Maslak TİM Show Center’da konuşma fırsatı buldum. Koltuklarında yeni bilgi ve bakış açısı edinmek, adeta “reset”lenmek için oturan aydınlık izleyici kitlesinden aldığım ilhamla, kişisel hikayeme de göndermeler yaparak, mülteci meselemize rağmen kalkınma için neler yapmalıyız, anlattım…

Ultra maratoncular olarak bizler koşarak kendimize ve hayata meydan okuruz, sınırlarımızı zorlarız. Bunu yaparken iki temel felsefeyle hareket ederiz: “bitirmek” ve “kendinle yarışmak”. Bu yüzden, kendini tanımak, kabul etmek çok önemlidir. Maraton, uzun süreli hazırlıkların sonunda yarış günü geldiğinde stratejik bir planlama ile hareket etmeyi gerektirir. Koşu bittiğinde de gösterilen emek ve aşılan yollar insanı büyütür, zenginleştirir. Bu güzel duygu adeta bağımlılık yaptığı için, sürdürmek isteriz ve emek vermeye devam ederiz.

Uzun mesafe koşu dayanıklı ruh ve beden yaratır, yani kişiyi bir nevi kalkındırır.

Peki, sürdürülebilir kalkınma ile maratonun gerçekten de ne ilgisi var?

Çünkü kalkınmak tıpkı bir maratondaki gibi uzun menzilli hedefler gerektirir. Çünkü kalkınmak ve hatta kalkınmanın sürdürülebilir olması için dayanıklı olmak gerekir. Dayanıklı olmak, adeta bir hacıyatmaz olmak demektir.

Darbelerde sallanıp da düşmeyenlerin stres altında gücün tekrar kazanılmasını sağlayan mekanizmaları vardır ancak sadece bu yetmez. Ayrıca esneklik sahibi de olanlar dayanıklıdır. Değişen koşullara uyum sağlayıp, gereken noktalarda stratejiyi de değiştirip ona göre şekillendirmek esnek olmayı gerektirir. Ancak dayanıklı olabilmek için ön şart, içinde bulunduğun koşulların, zorlukların, fırsatların farkında olmak, kabul etmektir. Dayanıklılık emek, akıllı planlama ve sabır ister. Tıpkı biz maratoncular gibi…

Ülkemiz dünyanın en fazla mülteci barındıran ülkesi. Toplamda 4 milyondan fazla mültecinin 3,6 milyonu da Suriye’den geliyor… Dünya daha önce hiç bu boyutta, milyonlarca yerlerinden edilmiş kişileri içeren ve bu kadar uzun süren bir insani kriz ile karşı karşıya kalmamıştı. Türkiye, adeta gelecek için uygulama örneklerinin test edildiği, geliştirildiği ve derslerin çıkarıldığı bir göç laboratuvarı…

Türkiye, krizin ilk yıllarında dış sınırlarında Suriyeliler için açık kapı politikası yürüttü, buna göre Suriye’den gelen kitleleri insani nedenlerle vizesiz ülkeye kabul etti. 2014 yılında da Türkiye, Suriyelilere “geçici koruma” çerçevesinde temel insanı hizmetlerden yararlanma hakkı tanıyarak, ciddi insan hakları ihlalleri ve zulüm görme olasılığı var oldukça ülkelerine geri gönderilmeyeceklerini yasal olarak düzenledi. Türkiye’de kayıt altındaki tüm Suriyelilerin temel hizmetlere erişim hakkı vardır. Ücretsiz acil ve temel sağlık hizmetlerine tercüme sağlanarak erişim haklarının yanında, eğitim, çalışma ve sosyal yardım hakları tanınmıştır.

Suriyelilerin büyük çoğunluğun Türkiye’de kalmaya devam edeceğini öngörebiliyoruz. Bu da artık Suriyelilerin insani yardımlara bağımlılıktan kurtulup, kendi ayakları üzerinde durabilen, insana yaraşır iş imkanlarına erişerek ekonomik ve sosyal hayata katılmalarını desteklemek için kalkınma odaklı çalışmaların arttırılması gereğini vurguluyor. Ultra maratonda şu an bir kontrol noktasındayız. Bu noktadaekonomik ve sosyal entegrasyon için daha çok çalışmak lazım.

Dayanıklılık geliştirebilmek için yaklaşım, böyle kriz zamanlarında eldeki kaynakları kullanarak akıllıca yönetmek ve bu durumu gelişim ve kalkınma için bir fırsat olarak değerlendirmektir. Bu bağlamda, Türkiye’de, zaten küçük olan pastayı paylaştırmak değil, pastayı büyütmek için çözümler üretmek gerekiyor. Türkiye’deki ihtiyaçların tespiti ve bunları karşılayabilmek için verimli üretimin arttırılarak dayanıklılık geliştirilmesi mümkün. Ancak bunun için ön şart, kapsayıcı politikalar ve söylemler geliştirmekte yatıyor. Sabırla tohumlarını ekeceğimiz, sonuçlarını zaman içinde alacağımız dayanışma örnekleri göstermek lazım.

Kalkınma yolculuğu bitmez, ama bu maratonda “finish”ten tükenerek değil, güçlenerek çıkabilmek bizim elimizde.